Bir insanın bilgisizliğini anlayabilmesi için bile bilgiye ihtiyacı vardır.” Montaigne Eğitim nedir? Kutsal metinlerde şöyle bir ifade vardır: “Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu?” Einstein’a göre insanlar ikiye ayrılır: “Bir mucize olduğunu bilenler, bir de bilmeyenler” Yunus ise, “İlim ilim bilmektir/ İlim kendin bilmektir/ O ki kendin bilmessin/ Bu nice okumaktır” diyor. Eğitimi tanımlayan bu eşsiz güzellikteki dizelerini şöyle tamamlıyor: “Okumanın manası/ kişi hakkı bilmektir.” Gerçekte eğitimin amacı, umudu yeşertmek ve dolayısıyla hayatı güzelleştirmektir. Bugüne dek insanlık, üretkenliği, mutluluğu, neşeyi, kahkahayı, barışı, esenliği, hoşgörüyü, gönenci, artırmak ve erdemi yüceltmek için henüz eğitimden daha sihirli ve etkili bir yol bulabilmiş değildir. Bu bağlamda eğitim bir yandan yeni duygular, düşünceler yaratarak dünyamızı güzelleştirirken; öte yandan patent, know-how, marka ve yeni teknolojiler geliştirerek yaşamı kolaylaştırır. Buna göre eğitim, sevgidir, barıştır, aşktır, bilgelik ve hayal gücüdür.
Dolayısıyla hem genlerin şifresini çözmek ve yıldızlara gitmek hem de kendimize gülebilmek için de eğitim gereklidir. Eğitim bize sadece dünyayı anlamak ve açıklamak için değil, daha güzel bir dünya yaratmak için de derin bir bilgelik ve hayal gücü kazandırabilir. Kendimizi ve başkalarını tanımanın ve anlamanın en iyi yolu da eğitimden geçer. Yunus’a dönelim yine o, “Hakk’ı gerçek sevenlere cümle âlem kardaş gelir” diyor. Bir başka şiirinde ise “Sen kendini ne sanırsan ayrığı da (başkasını) onu say” diye sesleniyor. Demek ki sayın meclis başkanının İkinci Kamu Etiği kongresi açılış konuşmasında dediği gibi: “parlamento toplumun ortalamasını yansıtır, meclis kanun fabrikası gibi çalışıp yasa üretse de, kültür ve ahlaki boyutlardaki açıklar kapanmıyor… Demokrasinin ahlak ve kültür boyutu ise, kanunla değil toplumsal eğitimle düzeltilebilir.
Başka ülkelerde 3-4 bin kanunla devlet yönetilirken bizim ülkemiz 30-40 bin kanunla yönetilmektedir.” Başka bir anlatımla, dünyanın en çok yasa yapan hatta en güzel yasalarını, anayasasını yapan bir parlamentonuz olsa bile, hayat dünden daha güzel olmayabiliyor. Ya da şöyle diyelim, ne kadar çok yasa varsa o kadar çok sorun var demektir. Esasen sorunlar yasayla değil eğitimle çözülür. Bazı ülkelerde yazılı bir anayasa metninin bile olmadığını anımsayalım. Sorun nerede? Elbette Cumhuriyet döneminde, eğitimde önemli gelişmeler kaydedilmiş toplumsal, ekonomik, sosyal, kültürel kalkınmada eğitim bir katalizör olarak ciddi katkılar sağlamıştır. Son dönemde eğitime bütçe harcamaları içinde, önemli kamu kaynakları ayrılmış, ancak eğitim yönetiminde beceri ve öngörü eksikliği kaynakların önemli bir bölümünün heba edilmesine neden olmuştur. Özetle acaba eğitimde arzulanan noktaya ulaşabildik mi? Diğer bir ifadeyle eğitim kalitesinde bunca çabanın sonucunda, erişilen nokta tatmin edici midir? Ortaöğretime girişte görülen kan kaybının, üniversiteye giriş için de geçerli olduğu görülüyor. Bütün puan türlerinde 2010’a göre belirgin bir düşüş var.
Buna göre matematik 12.4’ten 7.4’e gerilerken Türk dili edebiyatı 21.5’ten 16.5’e düşüyor. Özellikle 2013 sonuçlarına göre 1 milyon 303 bin adayın fen bilimleri testinden, 840 bin adayın ise matematik testinden toplam 4 soruya bile doğru yanıt verememeleri oldukça düşündürücü. Kısaca haberler kötü değil, çok kötü. Halk arasında bir söz vardır: Akıllı adama lafın tamamı söylenmezmiş… Ne yapılıyor? Ne yapmalıyız? 2012 verilerine göre, üniversitelerde ön lisans lisans toplam 937 bin kontenjan varken; 194 bin kontenjan boş kaldı. Demek ki, kontenjan artışları toplumsal beklentilere ve hayatın gereklerine göre planlanamıyor. Bu arada, geçen yıl üniversite sınavlarına 1.700.000 öğrencinin girdiği anımsanacak olursa, zaten başvuran her iki öğrenciden biri üniversiteye yerleşiyor. Üniversitelerde mevcut haliyle neredeyse metrekareye 5 öğrenci düşüyor. Ancak Fen Edebiyat fakülteleri ve bazı meslek yüksekokul programlarına yönelik talep giderek düşerken, ihtiyaç duyulan alanlarda yeterli kontenjan sağlanamıyor. Öte yandan eğitimde neler oluyor diye baktığımızda, sorun nitelikte değil de, nicelikle ilgiliymiş gibi durmadan yeni yükseköğretim kurumları açıldığını görüyoruz. Son olarak 28 Mart 2013 tarihli gazetelerden, Ankara, Hacettepe ve Gazi üniversiteleri bir araya gelerek (International United Ankara University- IUAU) adıyla yeni yarı-sanal bir üniversite daha kurulacağını öğreniyoruz. Bu üniversitede tıp, eczacılık, diş hekimliği, sağlık bilimleri, ziraat, veterinerlik, mühendislik- mimarlık, fen bilimleri, mütercim-tercümanlık, eğitim gibi her alanda fakülteler açılıyor.
Oysa bu üniversitelerin adı geçen bütün alanlarda, fakülteleri ve bu fakültelerde toplam 200 bin örgün öğrencisi vardır. Bu alanlarda daha fazla örgün öğretim olanağı varsa, neden örgün öğretim yerine uzaktan eğitim tercih ediliyor? Daha ucuz diyorsanız gerçekten de ucuz olabilir. Ancak ne yazık ki bazen ucuz sandığımız şeyler bize çok pahalıya mal olur. İki yıl uzaktan eğitim verilecek olan bu programlardan mezun olacak mühendislere, umarım, yol, köprü, makine yapmayı ve doktorlara hasta muayene etmeyi ve ameliyat yapmayı öğretebileceğimiz sihirli yollar bulunmaktadır. İlk ve orta öğretimdeki gibi akıllı tahtalardan medet umulacaksa, tahtalara vurmak lazım. Eğitimde böylesine sihirli çözümler varsa, örgün okumanın hiç gereği yok demektir. Yalnız halk arasında “yarım doktor adamı candan, yarım imam dinden eder” diye bir söz de vardır. Bu arada yakından eğitim aldıkları halde 300 bin atanamayan öğretmen varken, öğretmen eğitimine üstelik de uzaktan eğitim yoluyla girmek, ciddi bir cesaret ve fedakârlık göstergesi olsa gerek. Öte yandan dershaneler kapatılacak, sınavlar kalkacak diye beklerken hem dershane sayıları hem de sınavlar artıyor.
Geçen yıl yapılan Dünya Değerler Atlası Araştırması verilerine göre, İsveç’te her 10 kişiden 8’i diğerine güvenirken Türkiye’de ise her 10 kişiden sadece 1’i diğerine güvenmektedir. Araştırma sonuçları yeterince açık ve anlaşılır… SON SÖZ Eğitim, popülizm yapılacak bir alan değildir. Eğitim, temel bir insan hakkı ve insanlaşma aracıdır. Piyasalaşan eğitim ve itibarsızlaşan üniversite diplomaları eğitime saygıyı artırabilir mi? Sınavlarda düşen net doğru yanıt oranları, gerçekte anne babalar ve öğretmenler olarak hepimize verilen karne notlarıdır. Düne oranla daha düşük netlerle girilen üniversitelerden daha iyi doktorlar, öğretmenler mühendisler ve anne babalar yetişebilir mi? Özdemir Asaf bir şiirinde, “renkler kirlenmeye karar verince, birinciliği beyaz almış diyor”. Eğitimin rengi masumiyetin, içtenliğin, doğallığın rengi olan beyazdır. Lütfen çocuklarımıza daha iyi bir gelecek hazırlayalım. “Masum değiliz hiçbirimiz” sözündeki zarafet ve bilgelikle kendimizi sorgulayalım. Önce dünyanın en iyi öğretmenleri başta olmak üzere, en iyi mühendislerini, en iyi doktorlarını, en iyi anne babalarını, en iyi yurttaşlarını, en bilge, en şair, en şefkatli insanlarını yetiştirmek üzere çaba gösterelim.
Ve yazımızı yorumsuz olarak Mevlana’nın şu güzel sözleriyle kapatalım: “Bugün yeni bir gündür cancağızım, yeni şeyler söylemek lazım. Dün dünle beraber gitti. Bir toplumda herkes aynı şekilde düşünüyorsa, o toplumda gerçekte kimse düşünmüyor demektir, bu büyük bir günahtır.’’